Albert camus başkaldıran insan kitap incelemesi
"Hiçbir şeye inanmadığımı, her şeyin saçma, her şeyin uyumsuz olduğunu haykırıyorum, ama haykırışımdan kuşku duyamam, hiç değilse karşı çıkışıma inanmam gerekir. Böylece, uyumsuzluk deneyinde elimdeki ilk ve tek gerçek, başkaldırıdır."
der Camus ve kendi Cogito'sunu ortaya koyar. Yani Descartes'in düşünce'sinin yerine hatta üzerine kendi baskaldırışını koyar. Çünkü uyumsuz ve saçma bir yerde kendini bulan insan düşünceden önce "Var'ım" diyerek bir haykirmaya ve bu sayede kendisine bir nihengi noktası oluşturmaya ihtiyacı vardır.
"Bu deneme, intihar ve saçma kavramı çevresinde başlamış bir düşünceyi cinayet ve başkaldırı karşısında sürdürmek istiyor."
der Camus ve geçmişten günümüze gelen iki temel baskaldırışın yarattığı cinayetlerin, yikimlari kendi baskaldırışı ile kıyaslar. Bunlar: Doğaüstü başkaldiri ve tarihsel başkaldiri.
Doğaüstü başkaldirida insan, Tanrıyı ait olduğu yere yani kurgular alemine geri yolladiktan sonra geçirdiği şok dalgasinin etkisiyle ortalıkta şaşkına dönmüş şekilde dolanir ve aynı zamanda kendisini sınırlayan bir güçten azade olmanın heyecanı içindedir. Bu zamana kadar bu insanın durumu, kolayca koparabileceģi bir ipe bağlı olan filin kendisini köle sanmasi gibiydi. Ancak uzun çabalar sonucunda bu ipi önce fark eden ve Var'ım diyen sonra da Var'ligini sürekli bir mücadele ile nihayete erdirip ipi koparan insan, nihayete ermis midir gerçekten? Camus, hayır der, var olmak için her daim var olmaya çalışmak yani her daim Var'ım demek gerekir der. Ancak insanlar bunu görmez. Ya yeni tanrılar yaratirlar ya da kendilerini tanrılastirirlar. Tanrı olmak isteyen insan da nihayetinde insanların yaşam ve ölüm kaderlerini de elinde tutmak ister. Yani iş cinayete dayandı bile.
Tarihsel baskaldırışta insan, doğaüstü başkaldirisla benzer şekilde Tanrıyı yadsiyip 'Yalniziz' der ancak yüzünü yeni nihengi noktası oluşturmak için geçmişe çevirir. Tarihi ele alır ve kendisini tarihin dışına çıkarıp Tanrivari bir davranışla tüm tarihi kendisi için kurgular. Iddialariyla şekillendirir hiç görmediği ve tanık olmadığı tarihi. Sonuç ortaya attığı kendi iddialarına önce inanan, sonra herkesin inanması için baskı yapan ve bunun için iddialarını efsanelestiren dolayısıyla tarihi komple bir kırmızı çizgi haline getiren insan, farkında olmadan kendine yeni bir din oluşturmuş olur. Tanrıyı yadsiyan insan Tanrı fikrinden kopamaz sadece bu fikri başka adlara yansıtır. Tarihi kendisi için kurgulayan insan, geleceği de bu kurgudan aldığı güç ile devrimle kurmak ister. Lakin sonuç cinayet olur, kontrolsüz kaybolmuş bir güç...
"Kutsalın ve salt değerlerin ötesinde, bir davranış kuralı bulunabilir mi? Başkaldırının getirdiği soru budur."
diye sorar Camus ve baskaldırışın iki temel özelliği olduğunu vurgular; ölçü ve sınır. Başkaldiran insan var olmak için başkaldirmis ve Var'ım demiştir. Ancak varlığını başkalarının varlığıyla onamasi gerekir ki kendi varlığının farkında olsun. Yani ölçü ve nihengi noktası insandır. Dolayısıyla sınır da başkasının baskaldırışıdır. Yani benim başkaldirisim başkasının başkaldirisinin başladığı yerde biter. Ölçü insanı bir organizmaya benzetecek olursak, birey insan da onu oluşturan hücrelerdir. Dolayısıyla eğer diğer insanlara öldürmeye meyledersek organizmada nihayetinde kendimizin de etkilenecegi ölümcül bir kanser yaratmış oluruz. Nihayetinde nihengi noktamizi bir daha bulamayacagimiz şekilde yok etmiş oluruz ve kendimizi de.
Camus, İkinci Dünya Savaşi'nin yıkımınin gölgesinde yaşamış bir insan ve fikirleri de yeni bir olası yıkımı nasıl önleyebiliriz'e dayanıyor. Tabi kitapta sanata da yer verilmiş bir bölüm vardı. En masumane başkaldiri sanatın yarattığı başkaldiri diyebiliriz. Belki de insanlığın çıkış noktası sanattır. Nitekim Var'ım demenin mağara insanından günümüze değin en etkili ve en insancıl yolu değil midir sanat?
Keyifli okumalar.
der Camus ve kendi Cogito'sunu ortaya koyar. Yani Descartes'in düşünce'sinin yerine hatta üzerine kendi baskaldırışını koyar. Çünkü uyumsuz ve saçma bir yerde kendini bulan insan düşünceden önce "Var'ım" diyerek bir haykirmaya ve bu sayede kendisine bir nihengi noktası oluşturmaya ihtiyacı vardır.
"Bu deneme, intihar ve saçma kavramı çevresinde başlamış bir düşünceyi cinayet ve başkaldırı karşısında sürdürmek istiyor."
der Camus ve geçmişten günümüze gelen iki temel baskaldırışın yarattığı cinayetlerin, yikimlari kendi baskaldırışı ile kıyaslar. Bunlar: Doğaüstü başkaldiri ve tarihsel başkaldiri.
Doğaüstü başkaldirida insan, Tanrıyı ait olduğu yere yani kurgular alemine geri yolladiktan sonra geçirdiği şok dalgasinin etkisiyle ortalıkta şaşkına dönmüş şekilde dolanir ve aynı zamanda kendisini sınırlayan bir güçten azade olmanın heyecanı içindedir. Bu zamana kadar bu insanın durumu, kolayca koparabileceģi bir ipe bağlı olan filin kendisini köle sanmasi gibiydi. Ancak uzun çabalar sonucunda bu ipi önce fark eden ve Var'ım diyen sonra da Var'ligini sürekli bir mücadele ile nihayete erdirip ipi koparan insan, nihayete ermis midir gerçekten? Camus, hayır der, var olmak için her daim var olmaya çalışmak yani her daim Var'ım demek gerekir der. Ancak insanlar bunu görmez. Ya yeni tanrılar yaratirlar ya da kendilerini tanrılastirirlar. Tanrı olmak isteyen insan da nihayetinde insanların yaşam ve ölüm kaderlerini de elinde tutmak ister. Yani iş cinayete dayandı bile.
Tarihsel baskaldırışta insan, doğaüstü başkaldirisla benzer şekilde Tanrıyı yadsiyip 'Yalniziz' der ancak yüzünü yeni nihengi noktası oluşturmak için geçmişe çevirir. Tarihi ele alır ve kendisini tarihin dışına çıkarıp Tanrivari bir davranışla tüm tarihi kendisi için kurgular. Iddialariyla şekillendirir hiç görmediği ve tanık olmadığı tarihi. Sonuç ortaya attığı kendi iddialarına önce inanan, sonra herkesin inanması için baskı yapan ve bunun için iddialarını efsanelestiren dolayısıyla tarihi komple bir kırmızı çizgi haline getiren insan, farkında olmadan kendine yeni bir din oluşturmuş olur. Tanrıyı yadsiyan insan Tanrı fikrinden kopamaz sadece bu fikri başka adlara yansıtır. Tarihi kendisi için kurgulayan insan, geleceği de bu kurgudan aldığı güç ile devrimle kurmak ister. Lakin sonuç cinayet olur, kontrolsüz kaybolmuş bir güç...
"Kutsalın ve salt değerlerin ötesinde, bir davranış kuralı bulunabilir mi? Başkaldırının getirdiği soru budur."
diye sorar Camus ve baskaldırışın iki temel özelliği olduğunu vurgular; ölçü ve sınır. Başkaldiran insan var olmak için başkaldirmis ve Var'ım demiştir. Ancak varlığını başkalarının varlığıyla onamasi gerekir ki kendi varlığının farkında olsun. Yani ölçü ve nihengi noktası insandır. Dolayısıyla sınır da başkasının baskaldırışıdır. Yani benim başkaldirisim başkasının başkaldirisinin başladığı yerde biter. Ölçü insanı bir organizmaya benzetecek olursak, birey insan da onu oluşturan hücrelerdir. Dolayısıyla eğer diğer insanlara öldürmeye meyledersek organizmada nihayetinde kendimizin de etkilenecegi ölümcül bir kanser yaratmış oluruz. Nihayetinde nihengi noktamizi bir daha bulamayacagimiz şekilde yok etmiş oluruz ve kendimizi de.
Camus, İkinci Dünya Savaşi'nin yıkımınin gölgesinde yaşamış bir insan ve fikirleri de yeni bir olası yıkımı nasıl önleyebiliriz'e dayanıyor. Tabi kitapta sanata da yer verilmiş bir bölüm vardı. En masumane başkaldiri sanatın yarattığı başkaldiri diyebiliriz. Belki de insanlığın çıkış noktası sanattır. Nitekim Var'ım demenin mağara insanından günümüze değin en etkili ve en insancıl yolu değil midir sanat?
Keyifli okumalar.
Yorumlar
Yorum Gönder